Yaz mevsimi geldi mi ekranlara düşen tanıdık görüntülerle karşılaşıyoruz
Bir kamyonun kasasından yere savrulan tonlarca domates…
Tarlada öfkeyle parçalanan karpuzlar, fırlatılıp ezilen salatalıklar…
Bir yanda alın teri, diğer yanda gözyaşı…
Ve yine her yıl aynı isyan, aynı çığlık:
“Bu fiyata bu ürün satılmaz! Aracı kazandı, biz battık!”
Evet, çiftçi haklı.
Gübreye, ilaca, mazota gelen zamlar altında beli bükülen çiftçi, haklı.
Tüm yıl çalışıp emeğinin karşılığını alamayan üretici, haklı.
Ancak…
Bu haklı isyan, haklı tepkiler, gerçekten doğru yerden mi yankı buluyor?
O karpuz yere düştüğünde sadece bir meyve parçalanmıyor.
O domatesler çöpe atıldığında sadece bir ürün israf edilmiyor.
Bir çocuk belki o gün meyve göremiyor evinde.
Bir yaşlı, emekli maaşıyla sadece “iki tane domates” alabiliyor pazardan.
Yani çürüyen, sadece ürün değil…
Çürüyen, dayanışma duygumuz. Umudumuz. Paylaşma kültürümüz.
Bir kamyon dolusu meyveyi yere dökmek belki anlık bir ses getiriyor.
Ama ya sonrasında? Ne değişiyor?
Çiftçi yine yalnız. Ürün yine ziyan. Tüketici yine mağdur.
Oysa başka bir yol mümkün.
Tepki, parçalayarak değil; paylaşarak da gösterilebilir.
Bir çocuğun eline bedava bir armut tutuşturmak…
Bir ihtiyaç sahibine kasa kasa şeftali dağıtmak…
Belki de o zaman en gür ses, vicdandan yükselecek.
Çünkü insanın en derin feryadı, bazen sessiz bir iyiliktir.
Devlet bu görüntülere artık kayıtsız kalmamalı.
Üreticiyi aracının insafına terk etmemeli.
Destekler, alım garantileri, kooperatif yapıları daha güçlü hale getirilmeli.
Ama halk da bu hikâyede sadece izleyici olmamalı.
Bir sofraya konuk olmak kadar, bir sofraya yer açmak da değerli.
Çiftçi tarlasını, halk yüreğini; devlet de aklını koymalı bu tabloya.
Çünkü aksi halde, çöpe atılan sadece ürün değil…
Toplumun birlikte yaşama umudu olur.
Ve unutmayalım:
Bir ülkenin kalkınması, o ülkenin tarlasında dökülen teri nasıl değerlendirdiğiyle ölçülür.