Yaz aylarının en serin dostlarından biri: karpuz. Yıllar boyunca otel büfelerinde, açık büfe restoranlarda ya da düğün salonlarının girişlerinde onun oyulmuş, çiçeklere benzetilmiş, şekilden şekle girmiş hallerine şahit olduk. Oysa bu “dekor” sandığımız şey, aslında toprağın, çiftçinin, emeğin ve suyun ta kendisiydi.

Ben aşçılık eğitimimi tamamladıktan sonra 15 yıldır mutfağın tam kalbinde, bazen ocak başında, bazen meyve kesme tahtasında, çoğu zaman da büyük otel mutfaklarında çalıştım. Mesleğe ilk başladığım yıllarda karpuz oymak, adeta ustalık göstergesiydi. Ne kadar ince oyarsan, ne kadar zarif bir desen çıkarırsan, o kadar alkış alırdın. Ama bugün bu bakış açısını sorgulamak zorundayız.

Çünkü artık karpuz yalnızca bir meyve değil; bir maliyet kalemi, bir israf unsuru, bir bilinç sınavı.

Bugün sofralara konamayan, doğrudan çöpe giden yüzlerce kilogram meyve sadece “görsellik” adına kesilip oyuluyor. Üstelik bu gösterişin sonunda o meyve tüketilmiyor, çünkü hijyen şartlarına uygun değil, çünkü saatlerce sıcağın altında bekliyor, çünkü zaten amacı sadece “görünmek”.

Tarım ürünleri her geçen gün daha pahalı hale gelirken, toprağın dili kuraklıkla, üreticinin dili dertle doluyken biz hala “tüketemeyeceğimiz” ürünleri şekillendirmeye devam mı edeceğiz?

Artık mutfaklarda da sunum anlayışımızı güncelleme zamanı. Gösterişli ama yenilebilir sunumlar, sürdürülebilir malzeme kullanımı, meyveler yerine doğal objeler veya tekrar kullanılabilir süslemeler tercih edilmeli.

Dekor yapacaksak, bilinçli yapalım. Tüketilecek, değerlendirilecek ürünlerden yararlanalım. İsrafı değil, ilhamı büyütelim.

Çünkü karpuz sadece yazın değil, artık vicdanın da simgesi oldu.