Kimimiz lahmacunun son dilimini alırken bardakta kalan son ayranı hesap ederiz; kimimiz kuru fasulyenin son kaşığını ağza atarken bir yudum suya denk getirmeye çalışırız. Sanki yemek, içeceksiz eksik kalır; içecek de yemeksiz yalnız.
Bu alışkanlık biraz da “bütünlük” arayışımızla ilgilidir. Sofradan kalkarken, tabakta yarım bırakmamak kadar bardakta da “kalmış” görmek istemeyiz. Belki israftan kaçınmak, belki tat uyumunu son ana kadar yaşatmak… Ama her hâlükârda içimizde bir tür huzur doğurur.
Üstelik bu davranış yalnızca bireysel değil, toplumsal bir uyum göstergesi gibidir. Türkler sofrada “tamamlanmışlık” hissini önemser. Bir yemeği eksik ya da yarım bırakmak, bazen misafire saygısızlık, bazen sofraya haksızlık gibi görülür. Dolayısıyla son lokmayla son yudumu eşitlemek, aslında kültürel kodlarımızın küçük bir yansımasıdır.
Biraz da işin mizahi tarafı var tabii. Hesaplamayı yanlış yaparsanız ya lokma fazla gelir ya da bardakta fazladan bir yudum kalır. O zaman da “bu sefer olmadı” diye gülüp geçeriz. Ama ertesi gün yine aynı ritüeli, aynı dikkatle sürdürürüz.
Kısacası; bu basit görünen alışkanlık, Türk sofralarının adeta “gizli matematiği”. Sofradan doyarak değil, tamamlanmış hissederek kalkmak belki de en çok buna bağlı.