KIBRIS

Serhat Akpınar'dan eleştirilere yanıt

“Kapılar kapatılsın” sözleriyle tepki çeken DP Milletvekili Serhat Akpınar, geri adım attı. Açıklamalarının çarpıtıldığını savunan Akpınar, medyayı manipülasyonla suçladı; uyarısının barış süreci kaygısıyla yapıldığını belirtti.

Demokrat Parti (DP) Milletvekili Serhat Akpınar, BRT’de katıldığı programda kara geçiş kapılarının kapatılmasına ilişkin söylediği yaptığı öneri toplumda infiale neden olurken, vatandaşlar tarafından tepkiler yağmıştı. Konuya ilişkin yazılı açıklama yapan DP Milletvekili Akpınar, yaptığı açıklamaların saptırıldığını öne sürdü.

Kıbrıs ile tüm müzakereler sonlandırılmalı. Hatta kapıların da kapatılması lazım” şeklinde yaptığı açıklamaları kayıtlara geçmesine rağmen inkar eden Akpınar, medya mensuplarının haberi yaparken kamuoyunu yönlendirmek için manipülatif girişimlerde bulunduğunu ve şahsını itibarsızlaştırdığını iddia etti.

Akpınar, ‘kapıların kapanmasına kadar gidebilecek sonuçlar’ vurgusunun, bir tehdit değil; barış sürecinin korunmasına yönelik uyarı ve kaygının ifadesi olduğunu belirterek, “Bu cümlenin bağlamından koparılarak şahsımı hedef haline getirmek, etik dışı olduğu kadar, toplumumuzu ayrıştırma ve kutuplaştırma riskini de taşımaktadır” açıklamasında bulundu.

Serhat Akpınar’ın açıklaması şu şekilde:

“Son dönemde Kıbrıs’ta yaşanan gelişmeler, özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Türk halkının mülkiyet haklarına yönelik olarak başlattığı ve uluslararası hukukla bağdaşmayan uygulamalar, ciddi bir endişe ve rahatsızlık yaratmaktadır. Söz konusu uygulamalar, yalnızca bireysel haklara değil, aynı zamanda Kıbrıs Türk halkının siyasi varlığına ve toplumsal bekasına yönelik sistematik bir tehdit teşkil etmektedir.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, mülkiyet meselesini bir yargı silahı haline getirerek, Kıbrıs Türk halkının yaşadığı coğrafyada – uluslararası statüsü ve siyasi iradesi görmezden gelinerek – dava süreçleri başlatması, tutuklama taleplerini Avrupa Birliği ve Interpol düzeyine taşıma girişimleri, bir hukuk devleti pratiğinden çok uzak, siyasileştirilmiş ve tek yanlı bir yargı mekanizmasının ürünüdür. Bu yaklaşım, taraflar arasında var olan gayri resmi müzakere sürecinin ruhunu ve olası çözüm dinamiklerini açıkça sabote etmektedir.

Kıbrıs Türk halkı, 1963’ten bu yana süregelen tüm müzakere süreçlerinde çözüm iradesini defalarca ortaya koymuş, hak ve statü arayışını diyalogla sürdürme kararlılığı göstermiştir. Ancak Güney Kıbrıs’ın son dönem uygulamaları, bu iradeye ve Birleşmiş Milletler parametrelerine açık bir meydan okumadır. Bu bağlamda, yürürlükteki uygulamalara karşı yalnızca siyasi tepki vermek yeterli olmayacak; çok yönlü diplomatik, hukuki ve stratejik bir “Ulusal Eylem Planı” çerçevesinde hareket edilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

Bu eylem planının temel unsurları şunlardır:

-Kıbrıs Türk halkının mülkiyet haklarının uluslararası hukuk nezdinde tanınırlığının pekiştirilmesi,

-AB ve BM düzeyinde acil girişimlerin başlatılması,

-KKTC yargı ve diplomasi kurumlarının koordineli biçimde harekete geçerek, bu hukuki saldırıya karşı caydırıcı ve hak temelli savunma mekanizmalarının oluşturulması,

-İç kamuoyunun ve özellikle mülkiyet ile doğrudan etkilenen bireylerin, yasal hakları ve atılacak adımlar konusunda şeffaf şekilde bilgilendirilmesi.

Bu sürece ilişkin olarak katıldığım bir televizyon programında da dile getirdiğim üzere, Kıbrıs Türk halkının temel hakları konusundaki hassasiyetimi ve bu konudaki önerilerimi samimiyetle kamuoyuyla paylaştım. Ancak, bazı medya organlarının bu açıklamalarımı bağlamından kopararak sunması, şahsımı hedef göstermeye yönelik sosyal medya kampanyalarına zemin hazırlamış; mesnetsiz ve etik dışı linç girişimlerine dönüşmüştür.

Bu vesileyle bir kez daha altını çizmek isterim:

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, Kıbrıs Türk halkının mülkiyet haklarını yok sayan ve tek taraflı yargı kararlarıyla tutuklama taleplerini Interpol gibi uluslararası mekanizmalar üzerinden yaygınlaştırmaya çalışması, uluslararası hukukla bağdaşmayan, siyasi nitelikli bir yargı terörüdür.

Bu uygulamalar sadece bireysel haklara değil; iki toplum arasında yıllardır güçlükle sürdürülen diyalog ve müzakere süreçlerine de ciddi zararlar vermektedir.

Demokrat Parti olarak, her zaman müzakere zeminine, barışa, iki toplumlu güven artırıcı önlemlere ve iş birliğine tam destek verdik. Ancak, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bu tek yanlı ve haksız tutuklamaları devam ettirmesi halinde, var olan ve halen süren müzakere süreçlerinin, geri dönülmez biçimde zarar göreceğini; diyalog kapılarının kapanması riskine neden olacağını da kamuoyunun dikkatine sunmak isterim.

Bu çerçevede ifade ettiğim, ‘kapıların kapanmasına kadar gidebilecek sonuçlar’ vurgusu, bir tehdit değil; barış sürecinin korunmasına yönelik uyarı ve kaygının ifadesidir. Bu cümlenin bağlamından koparılarak şahsımı hedef haline getirmek, etik dışı olduğu kadar, toplumumuzu ayrıştırma ve kutuplaştırma riskini de taşımaktadır.

Bu nedenle, yalnızca bir değerlendirmeyi manipüle ederek infaz süreci başlatanları değil; aynı zamanda bu hassas dönemde toplumsal bütünlüğümüzü zedelemeye çalışan her türlü karalama girişimini de reddediyorum.

Tıbıkta bekleyen bazı medya temsilcilerinin, kamuoyunu yönlendirmek adına bu tür manipülatif girişimlerle şahsımı ve bağlı olduğum kurumları itibarsızlaştırma çabası, Kıbrıs Türk halkının sağduyusuna çarpmaktan öteye geçemeyecektir.

Siyasi hırslar ve kişisel rekabet duygularıyla şekillenmiş, kamuoyunu yanıltıcı söylemlere karşı ortak akıl, sorumluluk ve sağduyu çağrısında bulunuyorum.

Kıbrıs Türk halkının sesi olmak ve halkımızın onurlu geleceği adına haklı mücadelemizi ulusal ve uluslararası alanda sürdürmeye kararlılıkla devam edeceğim.”